AŞEKA’NIN İMPARATORLUĞU
Aşk, bir imparatorluğun kanatları altında göğe doğru uzanırcasına yükseliyor. Nerdeyse yıldızlara dokundu dokunacak. Kim bilir belki de büyük beyaz kanatları kamaşan gözlerini de gölgeler. Kendi ışığını taşımaktan yorulmuş kolları bir ağacın üzerine iner. Yağmurlar yağar, şimşekler çakar. Yerküre insanları derinden sarsar. Kalkın, bakın, kim geliyor dercesine. Bizim başımıza ne geliyor demek istercesine. Bu uyarıyı fark eden olur mu bilinmez. Farkında olanlarla olmayanları iki ayrı tarafa dizsek yine de bir galibi olur mu? Sanmam. Aşk, insanlara galip olma fırsatı tanır mı? Yoksa tek kazananın geçmiş olduğu bir hatıra mı bırakır?
Aşk, adına binlerce kitap yazılmış ilahi bir enerji mi yoksa vücudumuzun fizyolojik ihtiyaçlarından biri mi? Onu tanımlamak ve yüceltmek için ağdalı sözler mi sarf etmeliyiz illaki? Basit bir düşünce sistemiyle onu hayatımızın bir köşesine yerleştiremez miyiz sanki? Onu hak etmemiz için savaşmamız mı gereklidir? Olur, savaşalım pekâlâ. Ama ya sonra? Kuşandığımız kılıçlar bizi de kesmez mi? Hem yorulunca nereye yatıp uzanacağız? Kalbimizdeki saf duyguları hırsla kirletmişken hangi yatak rahat ettirir bizi? Yastıklar boğmaz mı düşüncelerimizi? Yağmur ıslatmaz mı artık bizi? Fırtına dindirir mi yüreğimizdeki kini? Ya gece? O bize sarılır mı yine delicesine?
Aşk, bir tanıma sığmayacak kadar büyük ve tanımlanamayacak kadar da saydamdır aslında. Ama biz onu pek rahat bırakmayız. Her daim olduğundan daha gösterişli durması için çaba sarf ederiz. Daha çok parlatırız onu. Parlatıp büyüttükçe de içi boş bir balona sahip oluruz. Tek bir söz yeter patlaması için. Bir iğne inciticiliğinde olan gerçekler aniden karşımıza çıkar. Neye uğradığımızı şaşırırız. Kalbimizin kulakları sağır eden sesi durulunca da ne yaptığımızı anlarız. En iyisi aşkı, savaşı bırakalım da barışla sevgiye kucak açalım. Aydınlansın yıldızlar ve başımızın üzerinde açsın goncalar. Böyle büyük cümleleri de sadece hak edenler için kullanalım. Kendi imparatorluğumuzda kendi krallığımızı kuralım.