AVUCUMDAKİ KİTAP
Bir gemi var avuçlarımın arasında, ufkuma doğru yelken açan ve demir atan hayal açıklarıma…
Sanat tersanesinde kalem ustalarının harfleri, kelimeleri, satırları ve sayfaları virgül kaynağıyla kaynaştırıp, noktalarla raspa yaptığı, mürekkep bandıralı, “kudret-i kalem” adlı köhne bir gemi.
Kaptan yazar, “yelkenler fora” diyerek çarkçıbaşı kalemine tam yol veriyor. Ardından her limanda ayrı bir sevgili misali hayal dünyasının bütün liman kentlerine uğrayıp, tayfları arasına envai çeşit kültür, örf, adet, dil, din, ırk, renk, kavram, kural, sevinç, hüzün, duygu ve olgu katıp, dudaklarımın arasından yelken açıp, cahil dalgaları dalgakıranının altında ezercesine içimin limanlarına doğru sefere çıkıyor.
Bir sahne var avuçlarımın arasında, üzerinde hayata dair nasihat verici oyunların oynandığı… Ve ben varım sahnede, yazarın kaleminin can verdiği bir kahramanı kendime benzetip, usulca bedenine ilişerek.
Zihnimin canlandırma sahnelerinde birlikte aşk, hayat, dünya ve ivedi yargılar üzerine nasihat verici oyunlar sergilediğimiz rol arkadaşlarım var sayfaların içinde saklı, aslında hiç de olmayan ama benzetmelerimin esiri olup benzeyen gerçek dostlara. Dünyayı tutuyorum avuçlarımın arasında, bileklerime güney, tırnaklarıma kuzey kutbunun soğukluğunun ilik ilik işlediği. Bütün kıtalar, karalar, denizler, kıyılar, insanlar ve insanlardaki farklı yargılar, dilimle iki dudağımın arasından itilip, bileklerime doğru sızıyor ve nabızlarıma ulaştığında kanıma karışıp bana yeniden hayat veriyor. Bir yol tutuyorum avuçlarımın arasında, ortasında beyaz çizgileri, kenarlarında çitleri, kırmızı, sarı, yeşil ışıkları olmayan, daima yürünen üzerinde hiç durmadan. Sayfaların arasında adım adım yürüyüp, her paragraf kavşağında farklı bir duyguya kapılıyorum ve sanki yürüdüğüm hayat yolu da taşlarını silkinip üzerinden asfalttan bir elbise geçiriveriyor sırtına. Bu kez yürüdüğüm yolu başa sarıp, hayatımı seyre düştüğümde daha farklı şeyler çıkıyor önüme, daha önce ezip geçtiğim fakat bir çift cahil gözle göremediğim.
Çocukluğumu tutuyorum avuçlarımın arasında, kelimelerin evcilik oyunlarında kendimi bularak. İçimi burkan koca bir özlemle noktalardan bilyelerimi, virgüllerden sapanımı ve ünlem işaretlerinden çelik çomak oynadığım bir ağaç dalını yeniden elime alıp maziyi yad ederken, o eşi benzeri olmayan en hoş duyguları çabuk atlatıp, hayatın su gibi akışı misali sürükleyici öykülerle yarışıp, gençlik romanlarıyla hayatımın o güzide zamanına varıyorum, kanlarımın en deli aktığı zamanlara. İmla yanlışı gibi basit ve telafi edilebilir bir hata olmadığını görüyorum ergen çağda yapılan yanlışların. Hala o yanlışların etkisindeyken, ünlem işaretleriyle kendime gelip farklı kurallar ekliyorum gençlik kuramlarıma. Çevrildikçe sayfalar yıllarda dönüyor, eski bir kitabın yıpranan sayfalarıyla birlikte ben de ihtiyar bir adam oluveriyorum. Sonra en baştan alıp hikâyeyi, altını çizip cümlelerin, hayatımı sorguluyorum.
Ve bir kitap var avuçlarımın arasında, sanat mimarının elinde yaratılıp, bir çağı bitirip başka bir çağı başlatan bir başyapıt. İçinde kendimi bulduğum, onun beni okuduğu, benim onu okuduğum. Can veren duygularıma, bakmakla görmek, duymakla anlamak arasındaki sınırı öğreten, bir öğretici edasıyla. Başucumda olmazsa gözlerimin çarmıha gerilip uykuyu misafirliğe kabul etmediği bir kitap.
Gözlerimin topladığı buğdaysı harfleri öğütürcesine, dilimin değirmen misali her dönüşünde kulaklarım için kelimelerden farklı duygular üreten bir kitap var, okuyorum. Ben okudukça, avuçlarımın arasından köhne bir gemi misali düş limanlarıma doğru sefere çıkan, zihnimin canlandırma sahnelerinde ibretlik oyunlar oynayan, adımları karış karış dünyaya ulaştıran, hayat yolu gibi, çocukluğum, gençliğim ve yaşlılığım misali gözlerimin önünde bir ömrün her demini yaşatan, bir kitap var avuçlarımda, okuyorum.