DOĞU’YA SÜRGÜN
Bizler Batı’da batırdığımız uygarlığı, Doğu’da yeniden doğurmuşuz doğurgan analardan! Güneşin batışıyla doğuşu o gün denk düşmüş.
Batı’da bir uygarlık batıyor, fakat aynı anda bir başka uygarlık doğudan doğuyor, adeta filizleniyordu Anadolu’nun bereketli topraklarından. Bugünlere çiçek açmak üzere…
Batı’da bir kalemde milletim üveyleştirilirken, Doğu’da Anadolu yeniden vatan doğuruyordu halkıma! Kurtuluşun destanını tarihe, nakış nakış işleyerek nasırlı ellerle… Şair Külebi’nin kaleminden beyaz sayfalara uzanan hislerini bugün yeniden duyar gibiyim;
Çemişgezek’te, Patnos’ta, Malazgirt’te doğanlar! Malazgirt’e, Çemişgezek’e, Patnos’a gitmezseniz, çocuklarınız öksüz kalır, yetim kalır!
Bugün sızlatarak Şair Külebi’nin kemiklerini, asıl vatanında, Anadolu’da, ana kucağında yetim kaldı çocuklar! Şayet Doğu’ya sürgün edilirse birkaç soytarı, üvey bir anaya kavuşacaklar!
Oysa kurtuluş zaferinin Halil İbrahim sofrasında Anadolu’nun her köşesinden bir çorba, her milletten bir tuz bulunması, tadı damaklarda bırakmış, Anadolu’yu ise baş tacı yapmıştı. Bu enfes lezzeti unutamayanlar yeni Türkiye’de evvela bu topraklara koşacak, görevlerini aşkla yerine getireceklerdi. Doktorlar, yazarlar, yargıçlar, savcılar, öğretmenler, şairler ve sayısına kalem kâğıt dayanmayacak gönül adamı… Hepsi birer birer doğdukları topraklara, Anadolu’ya koşmuşlardı, anaların bağrına!
Bingöl’ün er öğretmeni Ahmet Say, “Bingöl Hikayeleri” ile doğu topraklarında Türk Edebiyatına can veriyordu. Ferit Edgü, “O” adlı eseri ve “Hakkâri’de Bir Mevsim” ile o topraklardaki her mevsimin tadını işliyordu sayfalara. Bilmeyenlere, gitmeyenlere, görmeyenlere, o günlerde Selahattin Şimşek’in Zap Suyu’yla beraber sayfalara akan duygularıyla işlediği, “Hakkari Dedikleri” adlı yapıtı cevap veriyor bugün. “Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya” diyen o ses, bu sefer o tabipin hayat veren ellerinden, Ceyhun Atuf Kansu’nun dizelerinden seslenecekti, aydınlıktan karanlığa, doğudan batıya;
Ben, bir günde yirmi üç çocuk ölünün,
Gömüldüğünü gördüm bu köyde kızamıktan,
Ya siz ne gördünüz, söyleyin, söyleyin;
Bir şey söyleyin, bir şey söyleyin uzaktan.
Öyle yürekleri vardı ki, kendi mutlulukları şöyle bir dursun, evvela vatandı, vatandaştı mutlu olması icap eden. Cumhuriyetin coşkusu apayrı bir hava katıyordu davalarına. Rıfat Ilgaz’ı Yozgat illerine sürüklemişti görev aşkı. Necip Fazıl, denizin öptüğü kent Trabzon’da soluğu almıştı. Ahmet Kutsi Tecer, Cumhuriyet’in 10. yılına coşkusunu Sivas’tan katıyor, Batı’da karanlığa karışmış Aşık Veysel ve Aşık Ali İzzet gibi unutulmuş iki ozanı, Doğu’da güneşi armağan edercesine yeniden sunuyordu vatanına. Ahmet Hamdi Tanpınar aşık olmuştu Anadolu illerine, içlerinden zor bela seçtiği beş tanesini “Beş Şehir” adlı yapıtıyla anlattı sevgiliden bahsedercesine. Bir yarıştı, tutkuydu doğu illerine emek vermek, alın teri dökmek o kutsal topraklara. Sürgün değil, armağandı görevleri!
Onlar “vatana hizmet aşkı” suçundan hüküm yemiş, haritadan yer beğenip sürgün etmişlerdi kendi kendilerini, Doğu’ya, Anadolu’ya…