GÖRÜNENİN ARDINDAKİ
Yorgunluktanmı uykusuzluktan mı bilmem; gözleri kıpkırmızı, üstü başı toz içinde, işçi elleri, bükük beliyle çökmüş biri oturuyordu karşımda. Karmakarışık hisler içerisinde beni düşüncelere iten bir oturuş… Yılmış, her şeyden vazgeçeli çok uzun zaman olmuş…
Öyle uzun bir zaman olmuş ki derin ve dipsiz bakışlarında, ölümün gölgesi kapatıvermiş her umut tanesini. Hayatın tüm renklerinin çekilmiş olduğu gözlerinin karşısında, bir zamanlar yaşamış olduğunu söylemeye güç yetiremez dilim. Neler görmedim ki… Üzülmek ve bir şeyleri değiştiremeyecek, karşı koyamayacak olmanın vermiş olduğu hayıflanma.
Çaresizliğe teslim olmuş bir ruh. Tüm gördüklerimi harmanlarken ruhumun derinliklerinde, hemen yanı başından bir göz ilişiverdi gözlerime. Uzunca boyu, kuru bir dal gibi bir o yana bir bu yana sarsılan bedeni, kafasının tam ortasında kalmış bir tutam saçı ile kalın camların ardından bana bakıyordu. Uzun seneler sevmediği bir işi yapmış, neyi sevdiğini bile unutmuş, vazgeçmiş, ipini koparmış bir bıkkınlıkla. Görünüşe göre evli de değildi. Böylesi insanlar genellikle tüm bu bıkmışlığın üstüne bir de mutsuz evlilikleri eklerlerdi… Sevmiş ve kavuşamamış olmanın feryadı da yoktu gözlerinde, hele oturuşunda… Aksine sevgiden köşe bucak kaçmış hatta yalnızca sevgiden değil her şeyden kaçmış gibiydi. Onu böylesine korkutan, uzaklaştıran ve sıradan biri olup hayatın içinde kayboluvermek için elinden geleni yapmasına sebep olan şeyin ne olduğunu bilmek isterdim. Bin bir farklı hayat, bin bir farklı çehre…
Her biri ayrı bir dünya, her biri kâinatın başka bir oyununun hayat bulduğu vücutlar. Birden kaldırdı başını ve şaşkın olduğu gözlenen bakışları ile duraklara baktı, gelmiş olmalıydı… Tüm sakinliği ve vücudunun bulduğu her şeyi yadırgayan bükük duruşuyla otobüsten indi. Bazı şeyler sonsuza dek bilinemezdi…